Cuma

Nike is a running company!

Yeniden hayata donmeye calisirken bugun duyduklarim cok hosuma gitti paylasmak istedim! Malum bizimki Nike'ta calismakta, is icin seyahat etmeyi de pek sevmez kendisi. Sansina hazir babalik izni almisken bir Amerika seyahati cikti ve gitmedigi icin pek sevindik:)
Dusunun simdi, saatler suren bir ucusun ardindan bacaklariniz alciya alinmis gibi ve Los Angeles'a inmissiniz, jetlag en derinden sizi etkilemek uzere, sevgili sirketiniz sizi karsiliyor veee size bir suprizi vaaarr! Bavullarinizi aliyorlar, size ufak bir paket hediye ediyorlar, aciyorsunuz, bir cift kosu ayakkabisi, sort ve tshirt!
Otel 5 km otede, kosun! Kosmama sansiniz yok, cunku Nike is a running company! Kosmayan birinin sansi yok! Hadi bunu kostunuz, otele ulastiniz. Odaniza yerlestiniz, programda yemek var. Supriiizzz, restaurant 3 km ileride, kosun!
Ben boyle bir seyahat programi, boyle de supriz gormedim, guldurdun ya beni, sen cok yasa Nike!!!

Hollanda'da ev kiralarken...

Hollanda dosyamizin kapanmasina gunler kala aklima gelen bir konuyu yazmak istedim. Ev kiraliyorsaniz ve yukluce bir depozito veriyorsaniz (biz iki kira verme gafletinde bulunduk evlerimizden biri icin), depozitonuzu geri alma kosullarina cok dikkat edin kontrati imzalarken cunku tutari geri almaniz 3 ayi bulabiliyor...

Sevgili Blogum

Seni terk ettim sanma, simdilerde iki minik heyecan var hayatimda...Kendi miladimi yasadigim gunlerdeyim, keyifteyim, dertteyim, sevincteyim, yorgunluktayim, heyecandayim, uzuntudeyim, gulmedeyim, aglamadayim, delirmedeyim, sevmedeyim, sevilmedeyim,ben ben degilim...
hersey birbirine girdi, hersey cok farkli, sanki eski coook eskide kaldi, sanki 7 Temmuz'dan oncesi cook eskiymis de simdi varmis hep...Ifade edemiyorum bile kendimi. Sadece seni unutmadim, hep aklimdasin, ne zaman geri doner de yazmaya baslarim bilmiyorum...

Çarşamba

Parental Leave


Hollanda'da ve bircok Avrupa ulkesinde uygulanmakta olan, insanin ah keske bizde de olsaydi diye kiskandigi bir uygulama var.

Annelik-Babalik izni diye de cevrilebilecek bu izin kapsaminda cocuk basina, cocugunuzun ilk 8 yilinda kullanmak uzere tam 1 yil ucretsiz izin hakkiniz var. Hollanda'da kadinlarin cok buyuk cogunlugunun part-time calisabilmesi bu uygulama sayesinde olabiliyor.

Yani sirketinizin politikasina bagli olarak bolerek kullanabildiginiz gibi toptan kullanma hakkiniz da var.

Mesela diyorsunuz ki ben bu 1 yillik hakkimi haftada 4 gun calisarak yillarca kullanmak istiyorum! Oh ne guzel degil mi! :) Ya da diyorsunuz ki, bu yaz cocugumla vakit gecirecegim, yillik 6 haftaya varan tatilinizi bir cebinize, diyelim ki parentaldan gelen 2 ayinizi da diger cebinize koyup oh bu seneyi 3.5 ay tatille geciriyorsunuz.

Tabii sirketin bunu onaylamasi gerekiyor, sizin de bu 2 ayi finanse edebilmeniz.

Cocuk sayiniz arttikca izniniz de artiyor, bu da insanin Hollanda'da kalasini getirmiyor degil.

Cuma

Juice and the City Istanbul

Amsterdam'a veda edeli 3 ay olmustu zaten, beraberligimiz yaklasik 19 ay surmustu...Sonra Laren'a tasindik, cok da sevdik kendisini, ama sadece 3 ay kaldik bu yeni yerimizde de.
Artik Istanbul'dayim. Eski bir dost, Hollanda oncesi universite, is, MBA, evlilik, is derken tam 10 yil yasadigim, hicbir zaman tam anlami ile barisamadigim, bir sevip bir kustugum, zaman zaman kactigim, zaman zaman kosarak dondugum, ama yurtdisina cikinca gozumdeki degeri artmis yedi tepeli buyulu, kalabalik, hoyratca kullanilmis, ama bogazinin tarifsiz mavisini bugune kadar koruyabilmis sehir...
Bundan sonra nereye giderim-gideriz-gideri-ii-z bilmiyorum, 13 kg almis halimle artik cok da mobil degilken sanki uzun bir sure Gokturk'te takilacagim gibi geliyor. Ama bizim isler hiiic belli olmaz! En son Antalya'da yuva yapan leylekleri gordum, ne anlama gelir bilmiyorum ama bir yandan gene ucuyorlardi!

Salı

Ozumu Yitirmisim!


Annemlerim tarafinda kendini kaybetmis, ya da kendine, ozune uzaklamis kisiler icin ozunu yitirmis denir.
Ben de yeni duzenimizle beraber ozume donmus hissediyorum kendimi!
Cok sevdigim Gokturk'e dondum, bala, kaymaga, sicacik citir simide dondum, kayseri mantisina, yemyesil sulu papaz erigine, tulum peynirine, kirmizidan rol calan cilege, 09-22 arasi acik Carrefour'a, Istanbul trafigine(!), alisverisin en rahatinin yapilabildigi Istinye Park'a, en guzeli de dunyanin hicbir yerinde olmayan mavisi ile insani icine ceken Istanbul Bogazina dondum!
Insan icinden tam olarak cikmayinca ve uzaklasmayinca bircok seyin degerini anlayamiyormus meger...Yaklasik iki yil once aman kacalim gidelim buralardan modunda ciktigim ulkem simdi pek deger kazandi gozumde. Amsterdam'da 10 yil yasamis bir ust duzey yoneticinin ilk ciktigimiz zamanlar soyledigi ve o zamanlar henuz anlamsiz gelen cumlesinin anlamini kavradim..."Enternasyonalist gittim, nasyonalist dondum". Al benden de o kadar :)
Kesin donmus sayilmasam da, en azindan simdilik ben ozume dondum.
Simdi malatya pazarindan topladigim kuru eriklerime ve kayisilarima donuyorum...Icimde ucusan kelebeklerimle ayaklari gunese uzatalim simdi...Bu sevgi kelebegi modum gelmeli gitmeli bu aralar, yeniden duzen kurmak kolay degil, hele ki uc ay ara ile yeniden yeniden yeniden bavul toplamak, oradan oraya deniz topu gobekle gitmek gelmek cok zor. Ama insan isterse illa ki keyif alacagi seyler bulabiliyor bu karisiklikta bile.
Caydanligimiz yok mesela henuz, tencerede su kaynatip onunla cay yapmak da mumkunmus!

Beautiful Colors Inside Me

Kulagimda Morandi'nin Colors parcasi, bahari kutluyorum. Hollanda'nin en yagissiz, en cicekli, en renkli, en yasanilasi, en burada olunasi donemi bu benim iki yildir gordugum kadari ile. Biz de gunesin ve baharin tadini cikariyoruz bugunlerde.
Yanimda biricik annem, bana ve gobegime yardimci olmak icin bizimle kaliyor.

Haftasonu Lisse-Sassenheim civarindaki lale tarlalarina dogru yola ciktik, rengarenk lale, sumbul, nergis tarlalari hem burnumuza hem gozumuze, hem gonlumuze senlikti....Gecen yildan beri icimde kalan lale konseptli fotograflarimi da keyifle cektim(ama yukaridaki fotograf bana ait degil). Yol git-gel biraz eziyet oldu ama degdi dogrusu...

Bugunse sabaha bavulda tasinmis, buzluga atilmis, yeniden hayata donmus, tazesinden guzel simitlerin arasina kasar koyup yaptigim tostla basladik. Ardindan alisveris cilginligina kendimizi kaptirip dolandik da dolandik. Ve her zamanki gibi almam almam dedigim Birkenstock'lardan bir cift edinip eve donduk (almazdim daaaa giderek ayakkabilarin icinde bunalan ve sisme potansiyeli olan ayaklarimi dinleyip aldim :)) Yok yok cok rahatmis dogrusu!
Simdilerde gonlum pembe, en cingenesinden hem de! Nerede cingene pembe, koyu pembe bisiler gorsem elimi atiyorum. Benim gardrop oldu pespembe! Ben ki pembeye yillardir uzak durmus biriyim, hormonlar sagolsun her yeri cingene pembe yaptilar. En cok da yan bahcedeki pembeye ciceklenmis bahar agaci ilgimi cekiyor...Son gunlerim buralarda, galiba degere bindi Laren benim icin...Pembeleri fotograflamam gerek acilen!

Pazartesi

Hoghlandaca Bilighyor Musunuz?

Bundan aylar onceydi, bir Istanbul-Amsterdam ucusu sonrasi girmisiz all passports kuyruguna, elimizde oturma kartimiz (bu karti da hic sevemedim, bir gariban zavalli gocmen havasina sokuyor insani) bizi tesfir edip iceri alacak pasaport abisinin onune yanasmisiz.
Bana kafadan hollandaca bisiler soyluyor kendisi, ben hic orali degilim INGILISHHH plss diyorum, adam da orali degil ki, Hollandaca ogrenmediniz mi diyor,
Hayir diyorum (sadece atsutumblif midir nedir onu bile soyleyemiyorum)
Ama ogreneceksiniz herhalde diyor,
Hayir asla ogrenmeyi dusunmuyorum diyorum,
Ben de Turkce bilmiyorum zaten diyor,
Ben de bu gereksiz muhabbetten baymis halde, Ingizlice iyidir diyip kafami da o usulde salliyorum.
Daha bir cok kez bu hoghlandaca bilme hikayesi farkli zamanlarda karsimiza cikiyor. Trafik cezasi kesen polis bile bir yildan fazla kalip da nasil hollandaca bilmedigimize sasiyor-Turk ve Hollandaca bilmiyor!!!.
Ulkeye adaptasyon ve entegrasyon kapsaminda turk gocmenlerin ve vatandaslik almak isteyenlerin bu fena dili bilmesi zorunlu. Benim icin ise gocmen olmadigim ve ileride burada yasamayi dusunmedigim icin hicbir zaman bilinesi ogrenilesi bir dil olmadi, yani girtlagima da yazik!!! Ayrica knowledge migrant yani beyin gocmeni(!) olanlarin da ogrenmesi zorunlu degil.

Simdi konu, suraya sadece 10 gunlugune gelmis 50 kusur yasindaki annemin basina gelenler!
Kadincagiz cikmis sokakta dolaniyor. Yasli bir adam yaklasip birseyler soruyor.

Annem de almanca ogretmeni oldugu icin almanca cevap veriyor. Adam da hoghhhlandaca bilmiyor musunuz diyor? annem ise hayir ben almanca konusuyorum diyor.
Adamin cevap aynen pazaport polisi gibi "ama ogreneceksiniz herhalde?" annem gene almanca "hicbirzamaaannn" diyor, adam da hemen ortamdan uzaklasiyor,

sunu soruyorum sevgili Hollandalilar,
siz bizim ulkemize gelip de gunesimizden, etimizden, sutumuzden faydalanirken biz tutup da illaaa Turkce konusacaksiniz diye baski yapiyor muyuz?
Hayir!
ama bundan sonra elime dusmeyin, cunku gram ingilizce bile konusmayacagim sizinle :)))

Çarşamba

Siz Ölün ki Biz Para Kazanalım!

Bunu düşünen dünyanın en büyük sirketlerinin bazıları...Toplamda kaç şirketin bunu yaptığı bilinmiyor...
Düşünün kurumsal çarkın içine bir köşesinden girmişssiniz, mutlu ya da mutsuz günde en az 8 en çok kimbilir saatinizi o iş yerinde dünyayı kurtarmaya çalışarak geçiriyorsunuz.
Bir gün geliyor ve ölüyorsunuz! Veee şirketiniz sizin öldüğünüüz için milyon dolarlar kazanabiliyor!
Acımasız değil mi? ama gerçek!

Micheal Moore'un "Capitalism: A love Story" adlı yapımını izlerken donakaldım.
Bu dünya devi şirketler size hayat sigortası yaptırıyorlar, belki de hiç haberiniz yok. Sigortanın alacaklısı ise gene şirket!
Yani sizin ölmeniz üzerine bir nevi kumar oynuyorlar. Ölen kişinin ailesi tabiri caizse zırnık alamıyor bu sistemde...
Bu yapımda bunu yapan amerikan sirketlerinin isimleri de açık açık veriliyor (hepsi tanıdık şirketler), ama sadece bilinenlerin...
Belgeseli izleyince bir kere daha amerikada doğup büyümediğim için şükrettim!
İnanılmaz acımasız...

Perşembe

One Big Damn Puzzler


Yanıma yanaştı, L koltuğumuzun L'sinin en ucuna.

Elimde kitap göbeğimde çekirdek, bacaklarımın üstünde elma...

Ah dedi, ayıcığım yiyor gene...

Gözünü Arsenal-Barcelona maçından bir saniye ayırdı, o kapanmak üzere olan çizgi gözünü.

Sen bu kitabı bir sene önce Portland'da okumuyor muydun? dedi bay 3 günde kitap bitiren.

Evet dedim, sonuna gelmiştim tam ama konsantrasyonum dağılmıştı, bu zamana kısmetmiş.

E kitap 500 sayfa ve ingilizce ve ingilizceyi de bozarak kullanıyor yani napayim...(I is be stay here gibi cümleler düşünün)

One Big Damn Puzzler, Pasifiğin bir köşesinde kendi haline yaşayan ama vakti zamanında Amerikalıların bomba denemeleri yüzünden (bir yıl önceden bu şekilde kalmış aklımda) ada halkının çoğunun tek bacaklarını kaybettiği tuhaf alışkanlıkları olan bir adanın zamanla nasıl değiştiğini anlatıyor.

Güya onların hakkını vermek için Amerika Hükümeti adına adaya gelen bir avukatın aslında onların hayatına nasıl da zarar verdiğini, 5 yıl içinde adanın nasıl da amerikanlaştığını anlatıyor. Komik bir anlatıma sahip aslında, gel gör ki benim 'içine başlangıçta dalıp da sonra dalamadığım' kitaplar listemde yerini alıyor ve bir yıl sonra bitirmeme sebep oluyor...

Kimin Dogrusu?

Candan gene guzel bir sarki sozune imza atmis yeni albumunde.
Parcanin adi "Kimin Dogrusu".

Baskalarinin hayatini oyle cok ve oyle gereksiz yargilayan bir toplumuz ki, bu parcayi hepimize gonderiyorum :)

Ha bu arada Hollandalilarin oyle olmadigini dusunuyorsaniz, cok coook yaniliyorsunuz. Yani birakalim Hollanda'da kimse kimsenin yaptigini takmiyor soylemlerini.

Birazcik oturup gozlemlerseniz ya da iclerine girerseniz hic de oyle degil.

Tamam bizim ulkedeki gibi taciz boyutuna getirip sorularla sizi bogmuyorlar ama asiri merakli ve yargilayicilar kesinlikle. Sadece caktirmiyorlar diyelim. Caktirani da vardir kesin.

Biz yargilamiyor muyuz? Evet evet yargiliyoruuz :))

De Storm isimli filmi de izlerseniz biraz anlarsiniz ne demek istedigimi.

Igneyi herkese batiriyorum,

Dun yaptigim tombis peynirli pogacalarimi da yanima alip koltuguma geciyorum, herkese sadece kendi hayatina baktigi guzel bir persembe gunu diliyorum! :)

Çarşamba

Elma vaarr, elma vaaar...

Hollanda'da markete girdiginizde farkli elmalar gorebilirsiniz.
Risk almayi sevmeyen, yesil Granny Smith'ci biriyseniz en kirmizi elma tavsiyem sizi acmayabilir.
Ben granny smith'i sevmeme ragmen farkli elmalari denemeyi severim. Hatta guzel, sert bir kirmizi elma benim icin onceliklidir.
Albert Heijn'da deneye deneye sevdigim iki elmayi buldum.
Biri BRAEBURN.
Digeri de JONAGOLD.
Ikisi de asiri sekerli olmayan, sert, kirmizi, hafif mayhoslugu olan elmalar.
Braeburn daha mayhos, Jonagold ise daha karakterli bence ( kocama sorarsaniz Jonagold icini baymis, hani duttan yapilmis cevizli sucuk ya da o pesinden cok dolandigi sutlu nuriyesi baymiyor da bu nasil bayiyor anlamadim...).

Diger elma cesitlerinden ELSTAR bana gore coook sekerli, FUJI de seker sinirimi asiyor...
Braeburn icin buldugum tanim soyle: Sulu, gevrek, mayhoşumsu tatlı, krem meyve etli, sert ve iri bir elma türüdür.
Jonagold icin ise: Sulu, tatlımsı mayhoş krem meyve etli, gevrek ve iri büyüklükte bir elma türüdür.

Ne diyeyim, elma sevenlere afiyet olsun!

Cuma

Ev Yapimi Burger, Gel Keyfim Geelll

Bu bir dünlük yazisidir. Dünüm keyifliydi...Neden mi?
Dünüm 17 dereceydi, dünüm güneşliydi, dünüm doğanın içindeydi, dünüm lezzetliydi...

Dünümüzü odamiza erkenden vuran güneş ışınları başlattı. Doğa bizi çağırıyor dedik, ormana doğru erken bir sabah yürüyüşüne çıktık. Bunu hergün yapalım dedim, o kadar emin olma burası Hollanda hava ne olur belli olmaz dedi (Bugun kapalı ve yağışlı:). Dönüp en kalsiyumlusundan kahvaltimizi yaptık, eş işe uğurlandı, bana da yeni aldığım mor sümbüllerimin durduğu masamda hafif güneşle internetleşmek kaldı.

Öğlen somona eşlik eden avokado salatamı mideme indirdikten sonra içine koyduğum sarımsağın da uyutucu gücü sayesinde kendimi salonda kedi gibi güneşte uyurken buldum. Uyumadan önce, ben bu avokadoyu ağaç yapacağım diyerekten avokado üretimine başladım. Aynen fotoğraftaki gibi kürdanlı adam modunda şu anda...


O'nun telefonu ile uyandım, sesimden anladı tabii "uyuyor muydun?" dedi, "yoo uzanmıştım" dedim ama yemedi :)
Sonra çıktım, dışarıda havanın evden de sıcak olduğunu görüp çiçek böcek modunda yürümeye başladım. İki miniminnacık çorap aldım alışveriş dakikalarımın sonunda. O'nunla buluşup yakınımızdaki yüzme havuzunu keşfettik, ardından geleneksel arabalı ve self scannerlı Albert Heijn'ımızı yaptık. Akşama yemek yapmadım dedim, önce dışarıda yiyelim dedik, sonra hadi evde kendimize burger yapalim dedim. Eski burger krali olan kocamın gozu parladi, hemen scharrel (açık hava hayvanı :) magere burger etlerimizi kaptık. Hersey tam olmalı dedik, burger ekmeklerimizi, marulumuzu, ketçapımızı, kolamızı, domateslerimizi (tasty tom torstomaten) kaptık, geldik. Yemeğe girişmeden önce hava kararmadan son bir yürüyüş yaptık.

Önce halka halka soğanları yağda çook hafif öldürdüm. Sonra koftelerimizi biraz tombiklikten kurtarıp tavaya attım. Ekmeklerimizi tost makinesine yolladim. Domateslerimizi ısıttım.

Ekmeklerin icine ketcap ve hardal sürdümmm, üstüne halka soganla halka domatesi yerleştirdimm sonra marul katıldı aralarına ve beklenen kofte de gelince ta ta taaa hamburgerimiz hazirdi. Kendime portakal suyu da sıktım. Öğlen avokado kontejyanım dolduğu için avokado koyamadım artık...

Bunları afiyetleee mideye indirdikten sonra Lost saatimiz geldi, yukarıda projeksiyon odamıza çıktık. Göbeğimle ben koltuğun yarısına yayıldık. Az sonra çekirdek, elma, portakal derken bütün geceyi tıkınarak geçirip, kısa bir kitap okuma seansının (Kazancakis-Kaptan Mihalis) ardından uykuya daldık.

Dün keyifliyfi, dün çok sıcaktı, dün çok lezzetliydi...
(58 kiloya teşrif etmiş ayıcık M.)

Çarşamba

Koca Gobekli Amsterdam


Gobeginiz hizla buyuyorsa, artik hamile kiyafetleri almanin vakti gelmistir. Simdi benim gibi panige kapilip "Aman tanrim, Kalver'de de oyle guzel bir hamile butigi falan da yok, kaldik mi zevksiz Dutch modasinin ellerine" diye dovunmeye baslamadan once konudan komsudan iyice ogrenin ki simdi oldukca fit gibi duran gobeciginizin ileriki gunlerdeki haline gecmeden elinizin altinda bir iki guzel bol bisileriniz olsun.
Ne gerek var, son 3-4 yildir hersey hamile kiyafeti gibi zaten diyorsaniz, gobek ve alti bolgesi icin yaniliyorsunuz. Tamam ustleri bir sekil aldiniz normal magazadan, ama o catirdaya catirdaya catlayan gobeginizi neye sokmayi dusunuyorsunuz?
Ben de ilk aylar, yillardir ustumden zaten cikarmadigim taytlarim, skinny jeanlerim derken idare ettim ama ne zaman ki 3.aya yaklastim, tehlike canlari calmaya basladi. Once spor montumun beni darlandirdigini farkettim, sonra kadim dostum skinny jeanimin...
Bir Istanbul ziyaretinde hemencecik penye pantalonumu aldim, evde giymek icin. Bella Mom bu konuda super. Turkiye'de uretilmis olmasi beni ayriyaten cezbetti, cunku cin mali seylerden nefret eder oldum! Neyse henuz sismedim fazla diyip baska da bisi almadan Amsterdam'a donunce (-5 derecelerdeydi o gunler sevgili sehir), acilen kot almam gerektigini farkettim. Kendimi arkadas onerisi ile hemen H&M'in gebe kadinlar bolumune atip en bol skinny jeanimi aldim (42 beden!!!). Sunu hemen belirteyim oyle ahim sahim modeller yok H&M'de (oldum olasi normalde de pek bisey bulamamisimdir bu markadan). Neyse kotu hallettik derken bir gun alt komsumdan cok daha iyi seceneklerin oldugu magazalar oldugunu ogrendim. Kot demisken, onerilen kemer bolumu olmayanlardan almanizmis, cunku ileriki aylarda sıkabiliyormuş.

NOPPIES: Aldigim tshirtun icinde designed in Netherlands, manufactured in Turkey diyor, e daha iyi ne olabilir ki! Ozellikle kot ve kumas pantalonlar acisindan tam bir cennet. Calisan hamileler icin de bence cesitler bol. Ben etrafi hamile kiyafetleri ile doldurmayi sevmedigim icin cok da birsey almadan ciktim bu magazadan.


Amsterdam'daki lokasyonlarindan cikip hemen koseyi donerseniz, GEBOORTEWINKEL'e geliyorsunuz. Ben ziyaret ettigimde 70%'e varan indirim vardi bazi urunlerde. Hemen hic de hamile pantalonuna benzemeyen yazlik bir pantalon kaptim, degil hamilelik sonrasinda da bir yil icine giremem ben bunun...Ayrica bebek kiyafetleri, kangrular, bebek arabalari...vs vs cesit cesit urun mevcut. Kiyafet olarak kuzeyli tasarim markalari raflarda yerlerini almisti. Zaten bu gebelik modasi isinin en meraklisi kesinlikle Isvec gibi kuzeyli ulkeler (bknz Isvec seyahatimde hayatimda gormedigim kadar cok hamileyi bir arada gormustum!, sanki birileri "Ureyin!" emri vermis gibiydi)! Inceleyebileceginiz bazi markalar Mamalicious, Oueen Mum, Fragile...vb.

Internetten arastirayim once derseniz bu siteleri oneririm, kiyafet disinda diger ihtiyaclar da temin edilebilir...Ha unutmadan, hamile kiyafetlerine POSITIEKLEDING deniyor...

http://www.kidsfactory.nl/ Gebelik, bebelik heeersey var...

http://www.medela.nl/BENELUX/index.php suttur pompadir bakila sagila...






http://www.bugaboo.com bebek arabalari pek sevilen bir markaymis kendisi...


Ben gene de kargo pantalonumu da Turkiye'den Bella Mom'dan alip pek de iyi etmisim...Cok rahat ve cin mali degil :)))

Yazin karni burnunda olacaklarin isi kolay, en ciceklisinden boceklisinden yazlik boosbol elbiseler(hani o magazalara girince "aman gene hamile kiyafetleri moda" dedigimiz elbiseler) kesin hayat kurtacak :)

Hollanda'da hamile olmak ve dogum takibine ise baska bir yazida deginmeli. Gerci bu konuyu benden cok daha iyi bilenler vardir: Yasasin ebelik sistemi ve evde dogum! Haa karin catlaklari icin Weleda'nin (Etos ve bazi kozmetiksel marketlerde bulabilirsiniz) catlak onleme yagi, yani zwangerschapsolie gayet guzel (aman tanrim Dutch mi ogreniyorum ne? hayiiiirrr aslaaa!!)

Freeshopsal Öneriler



Freeshop benim icin adinin tam ziddi anlamda özgür olmak bir yana en fazla 5-10 dakika kalabildigim, bazen hic giremedigim, her girdigimde de en az iki parfum sıkıp cıktığım mekanlara verilen genel isimdir.


Niye bu kadar kisitli vaktin var derseniz, ic hat olsun dış hat olsun ucuşa hep 1 saat kala havalimanina teşrif ederiz biz (Elite Plus sağolsun:). Ben dakikalari sayarken biricik aşkım son anda gitmenin verdiği büyük keyifle yayılır da yayılır araba koltuğuna. Onun için de erkenden havalimanına gitmek çook büyük bir ızdıraptır. Bu son anda havalimanına gitmelerin bir diğer versiyonu da son anda karar verip gitmektir. Bavul hazırlamak, evi toparlamak, ödenmemiş faturalarınızı ödemek vs için sadece bir iki saatinizin kaldığı versiyonlar...

Konuyu dağıtmadan ben önerimi yapayım. Reklamsal konuları sevmem ama şans eseri yaklaşık 10 dakika süren son freeshop ziyaretimde aldığım Dior Skin Nude göz altı kapatıcımdan pek memnunum.

1.5 yıldır Clinique kullanıyordum, rengini tutturmam biraz vakit almıştı ama son beraberliğimizden memnundum. Huyum batsın aynı ürünü uzun süre kullanmak bayar beni (parfüm vs için de aynı durum geçerlidir). Yeni birşeyler olmalı illa ki. Baktim Clinique kapatıcım 6 aylık şanlı şeref süresini doldurmuş, artık ayrılmamız gerektiğini ve hayatıma yeni ürünlerin girebileceğini, gene de dost kalabileceğimizi anlattım ona ve çöpe yolladım kendisini. Clinique maskaram da ne zaman açtığımı hatırlayamadığım için aynı yolun yolcusu...

Neyse freeshopta satış danışmanına yanaşıp "Beeen bir göz altı kapatıcısı arıyorum, hafif olsun, parfümsüz olsun, ama güzel de kapatsın, tenime uysun..." şeklinde kriterlerimi sıralarken, kendimi Dior standının önünde buldum. Dior da yıllar önce kapatıcısını kullanıp parfümünden dolayı çok da sevemediğim bir markadır. Önyargı ile yaklaşmıs olsam da yeni çıkan mineralli ve hafifi ürünleri Dior Skin Nude Hydrating Concealer'ı kısıtlı vaktimde almış bulundum. İlk gözlemlerime göre gayet güzel bir ürün. Gerçekten hafif ve nemlendiğinizi hissediyorsunuz (eğer benim gibi her gece göz altı nemlendiricisi kullanma konusunda tembelseniz tam size göre bir ürün). Hem de kullanma süresi 1 yıl, yani 6 ayda bir yarısı bile kullanılmamış kapatıcıları atıp durmama gerek kalmadı!

Yok benim gözaltı kapatıcım kaşımı, gözümü, torbalarımı, morluklarımı, her yanımı kapatsın derseniz sizin için mükemmel ürün olmayabilir.

Bu arada satış danışmanının "göz altlarınız her zaman böyle mor mu, yoksa özel bir durum mu var? diye sormasına hic hic sinirlenmeyip "hamileyim de, demirdendir" şeklinde kendi çapımda bir cevap veriyorum (ayrica sabahin 7 sinde baska ne renk bekliyordu ki?), ama yalaaan evet benim gözaltlarım mooor, torbam yok ama morlugum var, onları da seviyorum kardeşimmm! Renk katıyorlar yüzüme!

Ek olarak geri kalan 4 dakikamda da bir adet Estee Lauder Sumptuous Bold Volume Lifting maskara aldım, henüz onu tam çözemedim ama değişiklik iyidir iyi :)) Zaten benim için makyaj bu iki ürüne ilave bir de allıktan oluşur, onu da bu aralar kullanmıyorum.
Bu alışverişimin sonunda bir ilke imza atıp son çağrıda uçuşa yetiştim, hatta eşimden sonra güvenlikten geçmek bile yeni aldığım makyaj ürünlerinin verdiği keyfi bozamadı :)

Ham-To-Be


Yok kelime oyunu yapip hamile olmayi ham-to-be haline falan getirmedim. Baya baya bildiginiz ham olmaktan bahsediyorum.

Ilk haftalarda hadi kusma kontejyani ve istahsizlik derken 49 kilolari gormustum de simdi geldigim 57 kilo hangi kontejyandan alindi hic bilmiyorum???

Suclu kim diye aranirsak,

Sabahlari neredeyse her gun yedigim yumurtali-peynirli omlet mi?

Her sabah ictigim koccaman bardak portakal suyu mu?

Kasikla yeme sureti ile bana enerji kattigina inandigim tahin-pekmez cifti mi?

Aksamlari dizi izleme seanslarima eslik eden aycekirdegi mi?

Hadi bebeler oynasin diye surulmus nutellali ekmek mi?

Porsiyonu arttirmanin zarari yok dusuncesi mi?

Yeni kesiflerim yari kuru erik ve avustralya kayisisinin (ah aman tanrim ne muhtesem bir tattir ooooo!) ayarini kacirmis olmam mi?

Demir ve vitamin hapi mi?

Yoksa internet basinda oturmak mi? (en suclu goruneni bu)

Sucluyu bilmiyorum da dogru yolda olmadigimi biliyorum.
Hani yuzume baksaniz gayet eski halimdeyim, ama asagiya gobegime gozunuz kayarsa sanirim 6 ayliklar gibi duruyorum su anda.
Neyse gene masa basi ayarini kacirmayayim, hazir Hollanda'ya gunes dogmusken, havalar da azicik isinmisken, kendimi yuruyuse atiyorum simdi (yazarken kendim de inanamadim ama evet evet yuruyecegim)... Cesit cesit kuslarin bahari mujdeledigi sirin bir yerde uyanmanin verdigi pozitif enerjiyi dogru kullanmali simdi!



Pazartesi

Geyikler Ne Yer, Ne Yemez...

Hollanda'da sanirim en sevdigim konunun basinda atik yonetimleri geliyor. Ben ki yillardir Istanbul'da camlarimi ayirmis, kagitlarimi ayirmis, hatta kagitlari ayirmakla kalmamis defalarca kullanilabilir hale gelsin diye ilk is yerimde kirli kagitlari cevirip yaziciya yeniden defalarca yuklemis bir ekolojik dongu insaniyim. Ha isyerinde onemli bir cikti alanlar benden nefret etti mi? evet ama olsun ekoloji adina her turlu kotulugu yaparim!
Istanbul'da ekolojik debelenmelerimin sonucu sitemizde bulunan ama genelde kimsenin toplamadigi cam coplerine defalarca sise atmamla son buluyordu. Ya da kagit copu diye koyduklari ama herhangi bir kartonun sigmasi mumkun olmayan minicik coplerin yolunu asindirmakla yetiniyordum.
Neyse, sonra ne mi oldu, Hollanda'da bu konuda cennetime kavustum! Amsterdam'da daha genis bir ekoloji mezhebi varken su anda tasindigimiz yeni mekanimizda cop yonetimi inanilmaz onemli bir konu oldu!
Bahcemizde uc adet konteynir bulunuyor. Gri genel copler, mavi kagit ve yesil de organik atiklar ve bahce copleri icin. Bitmedi, bir de plastik ayristirma isi var. Plastikleri de toplamayabasliyorlarmis bu hafta. Yetmiyor daha da isterim derseniz evdeki alet edavati (mesela tasinirken kirilan utunuzu) atmak icin de ozel istasyonlar var...


Gad isimli bir sirketin koydugu cop yasalarinin en zor olani ise genel coplerimizi ayda iki kere almalari!!!
yani bizim gibi, aa karsi komsu copunu cikarmis biz de cikaralim diye aksamin sekizinde copunuzu cikarinca, yandi gulum keten helva...o sizinle iki haftadir yasayan coplerinizi iki hafta daha yaninizda barindirmaniz gerekiyor!!!
Neyse ki havalar soguk diyorum, gecen sene de iki ay evde olmadigimiz icin ve cop gunu gectigi icin seyahate cikarken arka balkonumuzu cop olarak kullanmistik :)
Kiyafet vs geri donusturmek icin konteynirlar zaten var, burada yeni kesfim de kitap geri donusturme konteyniri :) ohh evdeki American Idioms sozlugunden kurtulmak icin daha guzel bir yer bulunamazdi. Ya da fasa fiso dolu business wisdom kitaplari. Global management in future, how to be a great leader, effective time management....ohh kurtuluyorummm!
Simdi en guzel konu ise, cop de olsa benim bazi seyleri atarken icimin gitmesi. Mesela caaanimnohutlu bulgur pilavini elimin ayari kacinca fazla yapmisim, e cope mi gidecek? Artik sevgili kocamin midesini cop olarak kullanmayi biraktim (e azcik daha koyayim, yok sen az yedin, e kalacak mi bu simdi....), simdi yeni favorim geyikler!
Istanbul'da kedi kopek, Amsterdam'da marti, kugu, su tavugu derken simdi yeni ekolojik dostlarim geyikler ve pacali tavuk.
Cok yakinimizda bir geyik parki var, karnabaharin kabuklari, bulgur pilavi, artan tavuklu bezelyeli yemek derken baya baya gastronomik secimlerini ogrenmeye basladim. Inanilmaz bir sekilde sanki kopek besler gibi ben veriyorum, onlar elime elime bakiyorlar. Arkami donup giderken daha doymadik dercesine acayip sesler cikariyorlar...
Simdi bu hayvanlar neler yedi, patates, havuc vs sebze kabuklari...Portakal kabugu yemiyorlarmis, pucha! Muz kabugunu da yemediler, solmus laleleri de birkaci isirdi birakti, demek ki laleler ve portakal kabuklari organik cope...
Ohhh mutluyum, ekolojigim, donguselim, geyigim...!
Ha geyik demisken Albert Heijn'da geyik eti ve hattadevekusu eti satiliyor! Aman benden uzak olsunlar, henuz gastronomik anlamda oraya gelemedim!


Çarşamba

Zeki Triko'nun Model Secmelerindeydim!


Ben dahil 5 kisi yeni sezon mayo secmelerine cagrildik. Ustumde saks mavisi bir bikini sirami bekliyorum. Ayagimda da gene ayni renkte bir topuk saheseri.

Adim okunuyor, one cikiyorum, basliyorum yurumeye. Yalniz birseyler yanlis bu secmelerde. Hepimiz gayet yurdum insani tiplemeleriz. Boy desen 1.65'i gecen yok, basen desen elma armut seklini coktan almis, hepimiz koyu kumraldan esmere tonlanmisiz.

One cikmamla ayagimin tokezlemesi bir oluyor. Ayakkabi yere yapimis sanki, ayagimi kaldiramiyorum. En sonunda atiyorum ayakkabiyi yuruyorum. Gobegim benden onde giriyor secme odasina.

'Yalniz' diyorum, 'ben hamileyim, yani en iyisi ben gideyim de diger arkadaslar denesin sanslarini'. 'Ha bu arada, siz aslinda biraz da sarisin ya da acik kumral yabanci modellerden cagirsaniz daha iyi olmaz miydi???'

Hak veriyorlar, ben cikip gidiyorum, oh ustumdeki stresi atmisim...

Sabahin 5'inde yeni evin catirdamalarina ve kanon yapan klise canlarina esinle uyanip, bir saat saga sola donup olmayinca asagi kata inip etrafi kontrol edip tekrar yatinca iste boyle kabuslar gorulebiliyor.

Bu aralar kabuslar benden sorulur! Degisen hormon dengeleri sayesinde hic bos gecmiyor gecelerim:) Kabustan cok abuk sabuk ruyalar da denebilir gerci!

Pazartesi

Şef'in Masasına Oturmanın Dayanılmaz Hafifliği

Evet oturduk, gittik şefin masasına oturduk.
Geçen cumartesi eski alt komşularımızın 6 aydır bizi davet(!) ettiği De Kas'a sonunda gittik, ama içeride o hoş ortamda oturmak yerine şefin masasına oturduk (ya da...:).
Önce ezik hissettim kendimi, herkes içeride sadece biz mutfakta kokteyl masasından bozma bir düzenin içinde oturuyorduk. Temizleyici kokularının yemek kokularına karıştığı, devamlı kirli tabakların geçtiği bir köşede.
Ama şef oturduğumuz andan itibaren bize özel ilgi ve sevgi gösteriyordu sağolsun.
Meğer efendim biz o içerideki hoş ortamda oturanların tam iki buçuk katını ödemekteymişiz kişi başına!!! Bunu tabii gecenin sonu gelmeden öğrenemediğimiz için (akıllılık edip de birinternet sitesine baksak kolayca anlayacaktık oysa!), gecenin sonuna doğru bize içerideki masalarda peynir ve tatlı servisini yapmayı teklif ettiklerinde pek sevindim.
De Kas 1926 yılında kurulmuş dev bir sera aslında. Şimdi kendini tamamen kendi organik ürünlerini üretip bunları servis etmekle konumlandırmış olsa da bize gezdirdikleri serayı görünce bu konumlandırma ne kadar gerçekçi karar veremedik.
Bizim geceye dönersek, kişi başına yaklaşık altı başlangıç, bir ana yemek, bir peynir tabağı, iki kere tatlı servisi ve masaya yaklaşık 10 şişe şarap, şampanya, tatlı şarabı vs vs açıldığını görünce kendimi çok da ezik hissetmemem gerektiğini gecenin sonuna doğru anladım aslında :)
Neyse eğer ki ilginizi çekerse şefin masası dışında gitmek isterseniz bence gidilebilir bir yer, tarihçesine ve diğer detaylara burada bakabilirsiniz, DE KAS.

Yok ben illa Şefin masasına gideceğim ve şefin özel bakımı altına gireceğim diyorsanız önce buraya tıklayınız! Ben tekrarını hiiç hiç almayayım.

Kısaca bu mevsim için olası yiyeceğiniz şeyleri sıralarsak,

İstiridye (benimkini pişirmişler ama aldığım lokmanın cazur cuzur kum efekti çıkarması üzerine gerisini aşkıma pasladım), karides (çatalla ameliyat ettim, bıraktım), bıldırcın (deniz ürünü değil ama şimdibu halimle riske atamayacağım, kenarından ısır bırak), çiğ somonlu kanepe (ben çiğ somon yemiyorum diyince bana da sağolsunlar domuzlu kanepeyi uygun görmüşler, ben de onu komşuma uygun gördüm), kodbalığı (yarısını ye bırak), deniz ürünli risotto (pirinclerini ayıkla ye), kabaklı pay (oh beee), kırmızı havuclu pırasalı salata (midelere şenlik), bool peynirli peynir tabağı (bana kremsi ayak ve inek kokulu fransız peynirleriyle gelmeyin ya...şu kaşar türevini keşke daha çok koysaydınız), fesleğenli dondurma (içim ferahladı), elmalı tart (elmalarını yedim), ekşi başa bir tart (fazla mı kaçırıyorum tatlıyı bu gece?), kek (yağını esirgememişler sağolsunlar ama saat 12yi geçmiş yemeeee)...

Sonuç, bir restaurant açılacak, yanına bir sera yapılacak, mutfağa masa atılacak ben de şef olacağım, köşeyi döneceğim!!!

Çarşamba

Otuzzzz!!!


Aslıcııım ellerine sağlık, doğumgünü pastam süperdi!!!

Cuma

Kardı Kıştı Masaldı

5 yıl önce bugün bir kış masalında başladı bizim hikayemiz. İstanbul'u tam anlamıyla felç edecek kar fırtınasından saatler önceydi hazırlanmaya başlamam. Sabah annem uyanmış ufka bakarken, "yok yok bugün kar yağmayacak" diyordu beni rahatlatmak için. Oysa biliyorduk ki akşama doğru kar yağışı (sonradan kar örtüsü adını alacak olan yağış) başlayacaktı.

Kardı kıştı şubattı, bizim masalımızın başlangıcıydı o gün.


Neler mi oldu 5 Şubat 2005'te?


Sarah Brigthman başlattı geceyi, "It's a beautiful day" çalıyordu biz içeri girerken. İtalyanca bilen kişi sayısının sadece 2-3 kişi olması sayesinde ucuz atlatıyorduk gecenin ilk kısmını, çünkü bizi büyüleyen ve ilk günden düğün giriş parçası olmasını istediğimiz şarkıda Sarah Un bel giorno, per morire diyordu, anlamına gelirsek- Ölmek için güzel bir gün!!! Hem de şarkının bence en güzel, en romantik yerinde geciyordu bu sözler...Neyse önemli olan bizim ne hissettiğimizdi bence! Puccini'nin Madame Butterfly operasından alınan bu sözleri bir de opera versiyonunda dinlemek isterseniz tıklayın.:)Ilk dörtlük yeterli olacaktır! Yeniden evlensek yeniden bu parçayı seçerim!


Yeniden evlensek demişken gelinliğimi ve aslında altında yatan püsküllü aşkım tarlatanımı o kadar çok sevmiştim ki (ya da gelin olma ve şımartılma psikolojisini) 5 yıl sonra yakın arkadaşlarımızı çağırıp yeniden mini düğün yapsak diye planlar yapmıştım kendi kendime....5 yıl meğer ne kadar kısaymış, ne çabuk geçermiş, yeniden düğün falan hikaye oldu tabii. İlk konu o minicik kuş yuvamıza sığmayan masal diyarından gelen kül kedisi tarlatanımın gidişi oldu. Sonra biz Amsterdam'a taşınırken tavuskuşu kuyruklu gelinliğim Antalya'ya taşındı ve 5 yıl sonra bugün mini düğün bana hayal oldu :))
Tarlatan demişken, o ne kartopu, ne tüllü, ne hayal ürünü birşeydi. Evimde yer olsa kesinlikle atmaz, bir köşede saklar, arasıra çıkarır giyerdim! Kız çocuklarının tüllere olan düşkünlüğünden midir, küçüklüğümden beri 7 gelinliğe sahip olmuş olmamdan mıdır bilmem o tarlatana (her kadar adı tam tarlatan degildiyse de, demirli fln degildi hafif birseydi) aşık olmuştum ben!

Peki gelin elindeki çiçeği bencillik etmeyip atmaz mı düğünde bekar arkadaşlarına? Atar ama ben atamadım! Çiçek de pek hoşuma gidince kaptım elimde çiçeği eve getirdim, taze güllerin ne kadar çabuk solacağını bilemeden...Oysa bir arkadaşım bir sprey sıkarsam onların öylece kalacağını söylemişti, yalanmış, iki gün sonra çöpteydiler!


Kendi saplantım tarlatanla güllerimi bir köşeye bırakıp da düğüne dönersek, düğün başladıktan bir saat sonra pamuk pamuk kocaman kar taneleri düşmeye başladı İstanbul'a. Masal gibiydi, dışarıyı izleyebiliyorduk deli gibi dans ederken, bir süre sonra keyif yerini endişeye bıraktı uzakta oturanlar için çünkü kar durmak bilmeden yağıyordu.


Kar yağdı yağdı yağdıııı sabaha kadar yağdı...Bembeyaz yaptı Istanbul'u, masum, duru, sakin tül tül beyaz bembeyaz.


Tüm yolları kapattı kar, bizim balayımızı iptal etmemize, şehir dışından gelenlerin saatlerce rötar yemesine sebep oldu. Ama manzara muhteşemdi. Gene evlenelim, gene kar yağsın, gene hayat dursun, gene fonda It's a beautiful day çalsın, ve ben gene O'na evet diyeyim...


Bu arada aşağıdaki fotoğraf da düğünden hemen sonraki günlerde çekilmiş, ileride nerede yaşayacağımızı anlatıyor sanki kupalarımız!


Perşembe

Ezeeeelden Beri!


Meger bir tek Ezel'imiz eksikmis. Bunca zamandir bosuna inat etmis durmusuz populer dizileri izlemiyogruuz biz ailecek diye.

Herkes bir Ezel izliyor musun diye tutturmus giderken, biz henuz Dizi Nasil Izlenir 1 dersini alirken, Ezel yurumus de gitmis.

Peki neymis bu Ezel? Pek cok Turk insaninin en can alici noktasina basan, haksizlik, ask, intikam vs vs duygular uzerine kurulu ama bence kendini(en azindan 9.bolum itibari ile) izletebilen bir dizi. Lost'u bu kadar sene izlediysek evelallah Ezel'i de izleriz diyorum. Ne eksigimiz var ki Lost'tan? zamanda sekmeler, geri donmeler, ileri gitmeler derken cok da izlenir bir dizi olmus bu da! (biraz da amerikan zimbirtisi dizilerden baymislik da var tabii)
Bunu soylerken henuz 9.bolumde oldugumuzu hatirlatmak isterim, ha ileriki donemde bayarsa bu zincirleme olaylar bilemem.

Simdilik mutluyuz, aksamlari sahanda catlamis iki yumurta misali L koltugumuza yayila yayila izliyoruz Ezelimizi. Sonra ne mi oluyor?

Zaten bu ara uyku sorunlari ile bas eden ben bir de zihni sinir (saga mi yatmaliyim, yok sola degil miydi?, simdi neredeler?, eziyor muyum?, bu pijama dar mi?, duz yatarken uyandim sorun olmus mudur?, saat kaac?, tuvalete gitsem mi?,yoksa uyanmamis gibi mi yapsam?, e hadi kalkayim hooop) sorularim arasinda Ezel kabuslarini da goruyorum...

Aslinda bizim dizilerle hikayemiz cok once basladi ama cook yavas ilerledi. Daha nisanliyken Sex and the City izlemeye baslamis, sonra bir iki yil civarinda dizisiz kalmistik. Sonraki ilk dizimiz gene popularitesi nedeniyle baslarda reddettigimiz ama sonra dayanamayip kendimizi derin kuyulara attigimiz Lost oldu. Biz bazen haftalarca televizyon acmayan bir ciftiz. Hatta bu yuzden bu tasinma seansimizda televizyon aboneligi almamak gibi bir girisimde bulunuyoruz.

Dizilere donersek, Amsterdam'a tasinmamiz ardindan sekteye ugrayan saat 20.00 sonrasi sosyal yasamimizi biraz canlandirmak icin dizilere el attik. Ama oyle kolay olmadi. Dusunun bir dizilerden oldum olasi nefret eden bir kocaniz var, her dizi izleyeni gordugunda sen de miii yaaa yapan, umarim bir gun boyle olmam diyen bir koca.

Ama kader aglarini oruyor. Milano'da cook ic bayici gecen is gunun ardindan paralize halde otel odasina gelen kocaya damardan Hanimin Ciftligi izlettiriliyor. Henuz kendine gelemeyen koca ne oldugunu anlamadan ikinci doz Hanimin Ciftligi veriliyor. Kafasi dagilan koca bir bakmissiniz ucuncu bolumu kendi talep ediyor! Boylelikle elin Italyalarinda bir gece, 3 bolum Hanimin Ciftligi izleyerek geciriliyor. (bu erkege dizi izletme konusunda Murat'tan almis oldugumuz taktiklerin faydasi buyuk tabii ki-onun notlarini da baska bir yaziya eklemek lazim)

Sonrasi malum, 'askim bak ask'i memnu diye de bir dizi var, biliyorum sevmiyorsun boyle fenalik gecirten ask mesk dizilerini ama bir iki bolum izleyelim' diyerek kanina giriliyor ve 50. bolumden bu diziye de baslaniyor.

Koca almis gazi, koca dizi izliyor, bu kacmaz derken bir gun kendisi bir teklif getiriyor, Ezel'i de mi izlesek??? iste diyorum bu benim askim!

O gun bugundur Ezel izliyoruz, meger bir Ezel'imiz eksikmis ezelden beri!



Cuma

Kuğuların Dönüşü


Amsterdam'a tasindigimizda ilk gozume carpan kanallarda salina salina dolanan kugular olmustu. Belki de bu sehri sevebilmemi ilk saglayan onlardi.


Her ne kadar aciktiklarinda o cikardiklari korkunc sesle ve popolarini sallamalari ile karizmalarini fena halde cizebilen hayvanlar olsa da bence cok buyulu bir halleri var. Genelde tek esli yasayan kugular (85%), sadakatlari ile, yanyana geldiklerinde cizdikleri ask tablolariyla da beni mest etmislerdir her zaman.


Fakat Amsterdam'da bol kugu manzarali bir yasam beklentim gecen kisin gelisi ile sona ermisti. Aniden ortadan kaybolan kugularin baharda donecegini dusunup yanilmistim. Cunku sagolsunlar baharda falan da donmediler kanallara. Yaz dedim, yazin da umdugumu bulamadim derken bir iki haftadir her yer kugu kayniyor. Gene salina salina, gene esleriyle, gene bembeyaz, gene masum masum dolaniyorlar suyun uzerinde.


Bizim tasinmamiza kalmis surada iki hafta ve kugular geri dondu! Neyse gecmise bakacagima su anda karinlari doymus iki kugunun kendilerini temizleme seanslarini keyifle izliyorum...Yanlarinda da bulduklari kartonun ustune cikmis minik su tavuklari...Bir de esini kaybetmis tek basina dolanan yari kahve kugu. Onun hikayesi nedir bilmiyorum ama onu gorunce huzunleniyorum. Ne yapacagini bilmeden bir o yana bir bu yana atiyor kendini. Umarim esini bulur!

Çarşamba

Çalıkuşu ve Salih


Yıl 1974,ilk görev yerleri olan Trabzon-Beşikdüzü'nde buluşmuş 4 arkadaş, 4 taze mezun öğretmen. İçlerinden biri tam 6 yıl sonra benim annem olacak güzel mi güzel, havasından yanına yaklaşılmayan bir çalıkuşu.

Çalıkuşu yalnız, kendine bir eş arıyor ama tek şartı var: Karadenizli olmasın! Yalandan nişan yüzükleri takıyor, nişanlıyım ben diyor, bayramda seyranda hep yalnız ama nişanlı rolünü sürdürüyor.

Sonunda en yakın arkadaşı ile bir plan yapıyorlar. Trabzon-Ankara uçağında kimliklerini bilerek düşürüyorlar (bu arada bu uçaktaki kişinin de Karadeniz'den olmaması olasılığı yüzde kaçtır bilmiyorum ama!). Romantik planlarına göre beyaz atlı prensleri bu kimlikleri bulacak ve okula kadar getirip tanışmak için bir fırsat yaratacaklar.

Kimlikler yakklaşık 3 ay sonra bir gece yarısı ellerine ulaşıyor. Ama getiren yarı kör okul bekçisi Salih. Annem suratını asıyor : 'Herkese talih, bize de kör Salih!!!'

Pazar

Yine Yeni Yeniden Taşınıyoruz!

Evet bu evimiz de miyadını sonunda doldurdu ve artık gitme vaktimiz, kendimize yeniden yeni bir yuva kurma vaktimiz geldi. Kocacıımın işyerine olan uzaklığımızın 40 km olması, Hollanda'da trafik yok diyenlerin fena halde yanılmış olması, yeni bir tecrübe (ya da macera) yaşama isteğimiz ve şu ana kadar bir evde yaşama süremizin maximumuna gelmiş olmamız sebebi ile buradan ayrılıyoruz. Bu karda kışta ve de 1 hafta içinde nasıl ev bulacağız hiçbir fikrim yok ama belirsizlikler de hayata heyacan katıyor doğrusu!

Bir kış masalında birbirimize 'eveyyyttt!!!' diyeli 5 sene olmak üzere ve durmadan taşındığımız evleri sayarsak,

1. Kabataş: Muhteşem manzara vs Küçük ev. Tabii ki bir bayan gözünden küçük ev burun farkı ile öne çıktı ve ben daha 6 ay yaşadığımız minik evimizde huysuzlanmaya başladım. Her haftasonu kiralık ev aramaya çıkma teklifi ile gelen karısının ısrarına daha fazla dayanamayan koca sersemlediği bir anda teklifi kabul etti veeee...

2. Zekeriyaköy: 330m2 de geçen 6 ay, kara kış ve kendi çapını aşan evde oturmanın getirdikleri...İki kişi iken kalkıp 6-8 kişilik evde(!) oturmaya kalkınca, gece uyurken bile kendimizi odaya kilitlememiz kaçınılmaz oldu. Bir de kapının arkasına projektörü bekçi diye koyup kendimizi çifte garantiye alınca artık gitme vaktimizin geldiğini anladık...

3. Kemerburgaz: İlk aşk, belki 100'den fazla ev gördük sana ulaşıncaya kadar, Çekmeköy'den Bağdat'a, Ataşehir'den Maslak'a her yere baktık, sen karşımıza Kemerburgaz'da yani 2004'te ilk kez ev aramaya başladığımız yerde çıktın. İstanbul'da ilk defa huzuru bulduğumu hissediyorum, geceleri gördüğüm bol hırsızlı, tsunamili(!), huzursuz kabuslarım sona eriyor ve mutlu mesut 2.5 yıl yaşayacağımız bu eve yerleşiyoruz. Bir sonraki durak...

4. Prinsengracht: Amsterdam'da ilk kez ev bakmaya başladığımızda her evin kapısından çıkışımızda 'aman tanrım nereye geldik, dönelimmm' diye birbirimize bakıyorduk. Salonun ortasında daracık dönerek merdiven çıkan evler, yatak odası 10 mkare olan evler, her yana eğimli evler, minicik evler, odalarında duvarda lavabo olan evler, renkli cam süslemeleri olan evler derken çember gitgide daralıyordu. Çoğu eve bizim gardrop sığmayınca onu da gözden çıkarmayı düşündük, ama hayır kısa süre sonra bu şirin evi beğendik ve ilk görüşte 'tamam tutuyoruz' dedik.

1.5 yıl süren (ama evin içinde yaşadığımız toplam süre 1 yılı bile bulmayan) beraberliğimize şubat ayı itibari ile bir son veriyoruz...

5. ? : Şimdi sıra yeni adreslere yelken açmaya geldi. Bu evle beraber 5 yıla tam 5 ev sığdırmış olacağız (ve yüüüzlerce otel!). Hedef Bussum-Laren-Hilversum bölgesi yani Het Gooi. Bu ev arama maceramızın sonu ne olur bilmiyorum ama çok çok zor ev beğendiğimizi biliyorum. Hakkımızda hayırlısını diliyorum!

Not: Taşındığımızdan beri bakın gelin misafir odamız var, Amsterdam'ın göbeğindeyiz günleri sona ermiştir, gelmeyenlere geçmiş olsun. Gelecek olanları yeni adresimize bekleriz (bizi evde bulursanız tabii!)

Salı

Portakallı Güneş


Bir pazar sabahı gözümü güneşe açıyorum. Antalyadayım, şu soğuk kış mevsiminde olunabilecek en şanslı yerdeyim. Kahvaltımızı Geyikbayırı'ında bir portakal bahçesinde yapmak üzere yola koyuluyoruz.

Sahilden Akdeniz'in masmavi manzarasını seyrederek, yemyeşil çamların arasından geçerek bahçeye ulaşıyoruz. Önce bahçeyi keşfe çıkıyorum. Her yerden portakal dalları uzanıyor önüme. Ayaklarımın altı da portakal dolu, toplanmayan portalakalların ağırlığına dayanamayan portakal ağacı silkelemiş çoğunu toprağa. Tupturuncu bir mutluluk kaplıyor içimi çünkü hayatta en sevdiğim şeylerden biri dalından meyve koparıp yemektir. Dalıyorum ağaçların arasına, kendimi kaybediyorum turunçgillerin arasında resmen! Yer gök turuncu, sarı, güneş içimi ısıtıyor, hava 21 derece! Daha ne isterim ki! Kaydedebildiğim kadar kaydediyorum hafızama bugünü.

Sevdiklerimle kış güneşi altında, bahardan kalma turuncu bir gün geçiriyoruz.

Birazdan bahçemize kurulan masamıza mis gibi kokan ıspanaklı, peynirli, patatesli gözlemelerimiz, kaşarlı bazlamamız teşrif ediyor. Midelere ve gözlere şenlik bir kahvaltı yapıyoruz. Çayıma az önce dalından koparttığım limon eşlik ediyor. Kahvaltıdan sonra bir bakıyorum sevgili kocam elinde kocamaan bir limonla çıkageliyor. Limonu bir güzel soyup, ekşi ekşi ısıra ısıra yiyor! Bolca fotoğraf, bolca kahkaha, bolca turunçgil, bolca güneş, bolca Antalya...İçimden hepsini bavuluma koyup Amsterdam'a götürmek geliyor. Sonra yok diyorum, anını yaşa sen, ye portakalını, depola güneşini, al yanına mutluluk hormonlarını ve çık yola...


Not: Minik not defterimi çantamda taşıyorum, aklıma geldikçe blog için bişeyler yazıyorum. Bir baktım 4-5 tane yazı birikmiş ama ben hiçbirini yazmamışım bloga :) Bu yazı da onlardan biridir :)